Beste, adı üstünde kilit demek, içten gelen nağmeleri bir notaya bağlayıp onun ömrünü uzatmak diğer bir ifadeyle kaybolmasını engellemek. Resim yapmak için renkleri bilmek nasıl gerekliyse beste yapmak için de elbette sesleri ve birbiriyle olan münasebetlerini bilmek gereklidir. Örneğin şarkı bestelemek isteniyorsa bestekârın sesleri ve edebiyat bilmesi önemlidir; bestekarın şiir sanatını çok iyi bilmesi, aruz veznini, şiirin bütün yönlerini çok iyi biliyor olması lazım. Yine sözlü eser bestekârının, güfte sahibinin hayatıyla ilgili çok detaylı bilgiye sahip olması da başka bir mecburiyettir. Onun yaşadığı ortamı ve o şiiri söylerken nasıl bir duygu içinde olabileceğini tahmin ederek yapacağı besteyi o güftenin ahengine uygun bir makam seçerek yapması lazım. Misal olarak o şiir, Segâh’a gidiyorsa Segâh, Rast’a gidiyorsa Rast, Nihavend’e gidiyorsa Nihavend, Saba’ya gidiyorsa Saba yaparak temyiz etmesi lazım. Beste tamamen birdenbire zuhur ederse o ayrı ama ilhamı bilinçli bir şekilde planlayarak beste şekline döndürüyorsa bu kurallara çok riayet edilmesi gerekiyor ve yine bestekârın, besteleyeceği güftenin sözlerini kendi içinde hal edinmesi lazım. Yani içinde o sözleri yaşıyor olması gerekiyor.

Bir ölçüde teknik hususlarla mukaddime ettik ama bugün daha ziyade besteye can veren, adını bildiğimiz ama tarifinde zorlandığımız ‘ruh’a ve onun da çaresi olan maneviyatla irtibatın önemine değineceğiz. Bestekâr, müziğin ruhun serzenişlerini dile getiren hususiyetlerini içselleştirmiş ve o ruhunu besleyecek maneviyat ile bağlantısı tam olan kişi diyebiliriz. Değil mi ki ruh, o anki haletini, ezelden aldığı “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabının yankılarını o anki ilahî tecelliyle dalgalandırarak dudaklardan döktürür ve notada onu kilitler. Öyleyse bunu yapan kimsenin Yahudi, Hristiyan, Müslüman olması önemli değildir; çünkü Allah cc. alemlerin Rabbidir; herkeste bu ilham vardır. Mesela Türk müziği tarihinde birçok Gayrimüslim bestekarımızın eserlerindeki kalıcı tesire en büyük sebep kendi inandıkları dini çok iyi yaşamaları olmalıdır.
Bestekârın seher vaktinde uyanık olması ve hangi inanca bağlı ise o dinin emrettiği ibadetlerden nasipdar olmak gerekiyor. Bu söylediklerimizin doğruluğunu sadece Türk makam müziği bestecilerinden değil başka türlerden de örnekleyebilmek mümkün. Nitekim Türkiye’de yetişmiş bir piyanist olarak ünü dünya çapına ulaşmış Fazıl Say da “beste yapma ilhamını genellikle sabah güneş doğarken alıyorum” diye ifade etmişti. Onun dinî hassasiyetlerini yerine getiriyor oluşu yahut olmayışı buradaki mevzumuz değil, ancak günün o vakitlerinde yeni bir günün tüm alemi kuşatması gibi ilham güneşinin bestekârlara ilahî tecellisinin en açık örneği…
Müslüman zaviyesinden baktığımızda da açıkça söyleyebiliriz ki beste ile meşgul olan kimsenin Kur’an-ı azimüşşanla haşır neşir olması çok mühim. Zira bize göre Kur’an, bütün yapılmış bestelerin ilham kaynağıdır, Kur’an’ın içinde Hakk’ın tecelli ettiği, kendine has bir musiki vardır. Bestecilikle meşgul olan kişinin ilhamâtı işte o musiki ile feyizlenir.
Perdesiz Bağımsız Türk Musikisi Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.