Müzisyenin Yazısı

Bekir Şahin BALOĞLU

Sahnede gördüğümüz şarkıcıların, müzisyenlerin konuşamadıklarını zannederdim küçükken. Pratik mesleklere karşı hepimiz aslında böyle hissetmez miydik? Milletçe izlemeye meftun olduğumuz greyder operatörlerinin, inşaat işçilerinin, balıkçıların yahut güvenlik güçlerinin normal insanlar gibi konuşmakla değil, yalnızca üniformalarının gerektirdiği işi yapmakla mükellef kahramanlar olduğunu bize öğütlerdi çocuk aklımız. Konuşmayı meslek edinenler arasına öğretmeni, anne-babayı dahil ederdik. Bu masum tasavvurları, bizler de büyüyüp bu üniformalara büründükçe, gerçekleri gördükçe yavaş yavaş terk ettik.

Ne var ki çocukluğa uygun gördüğümüz bu tür düşünceleri erişkinlikte de canlı tutan, ego denilen bir dürtüye sahibiz. Burada vurgulayacağım ego türü, mesleklerin birbiri arasındaki hiyerarşi kavgası; o yüzden siz buna mesleki ego da diyebilirsiniz. Malum ki mesleklerin pratik ve teorik kısımları var; mimar ve inşaatçı, edebiyatçı ve şair, müzikolog ve müzisyen gibi… Bu grupların birbirlerine karşı gizli rekabeti öteden beri süre gider. Mesela; kağıt üzerinde uzunca bir süre plan yapan iç mimarın, yapı ustasına karşı duyduğu egoya karşın tecrübelerinden güç alan, yaparken düşünen ustanın da planın yanlışlıklarını görüp kendinden emin bir şekilde ‘iş başına geçince benim dediğim anlaşılacak’ dercesine vakur duruşu ile mimara karşı sessiz bir üstünlük fikri yok değildir. Musiki sahasında ise son zamanlardaki başarılı çalışmalara imza atan müzisyen akademisyenler, icracıların da düşünebildiğini gösteren neferler gibi boy göstermekteler. (Hemen yeri gelmişken zikredelim; Okan Murat Öztürk, Bilen Işıktaş, Safa Yeprem, Cenk Güray ve daha birçok isim, icralarıyla olduğu kadar yazdıklarıyla da müziğe can vermekteler). Pratik ve teorinin birleşimini gösteren bu durum, egodan ve çocukluktan azade olmuş beyinlerin mutlak takdirini görüyor şüphesiz. Lakin karşılarında, kendi hareket alanlarına girildiği için savunmaya geçen bir teorisyen gürûhu hazırolda beklemektedir. Üniformalarını diplomalarına borçlu olan bu ‘düşünür’ler meşruiyetini kendi sanatlarından alan müzisyenlere hesap sormaktan çekinmemekteler. Açıkça olmasa da kulislerde duyulan serzenişler şöyledir: “siz çalgıcısınız, şarkıcısınız; düşünemez, konuşamaz, okuyamaz, yazamazsınız”.

Çuvaldız kadar iğneyi de hesaba kattığımız zaman düşünse de okumaktan, yazmaktan, konuşmaktan, çekinen icracıların buna sebebiyet verdiğini de söylememiz lazım. Nice müzisyen dostlarımız, sadece kendi aralarında dertleşir, söyleşir ama fikirlerini alenen ilan etmeyi denemez yahut bunu dert edinmez. Bunun belki de, ‘ben zaten icra ederek bilgimi gösteriyorum’ gibi meseleler karşısında müzisyenin (hatta egosunun) takındığı tutumla alakası vardır.

İş bu yazının yazılmasındaki niyet, yayın hayatına henüz başlayan perdesiz dergisi için hem bir merhaba demek hem de çayhanelerde yapılan sohbetlerin şekerlikler, çay bardakları dışında da muhatap bulabileceğini göstermek ve bir müzisyen dilinden müzisyenlere yazı yazmaları için bir küçük teşvik olmasıdır. Burada bir akademisyen bakışıyla “bildiğimden” konuşmuyorum, sadece “duyduğumdan” konuşuyorum. Bu vesile ile bu minvaldeki perdesiz sohbetlerle, duyduklarımızı paylaşmak arzusu içinde olduğumuzu vurgulamak isterim. Yazan, okuyan, düşünen müzisyenlerin artması, çocukların büyümesi, egoların kırılması ümidiyle…   

Perdesiz Bağımsız Türk Musikisi Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.