Ekol ve Muhafazakârlık Arasında

Ahmet DEMİRCİ

Muhafazakarlık çoğu zaman muhafaza edilmek istenen şeylerin önüne geçmiş, bu da başka bir açıdan fanatizmi doğurmuştur. Geleneksel müziğimizin icrasında ve onun özelinde geleneksel sazlarımızın icrasında da bu durum aynıdır. Geleneksellik elbette bir silsileyi ifade etmektedir. Kültürel mirasımız bize bu yolla ulaşmıştır ancak; bu muhafaza etme girişimleri bir yerden sonra olayları sadece bir açıdan değerlendirme hatasını doğurmaktadır. Başka bir hata da buna göre hüküm vererek birtakım kimseleri geleneğin içinde, birtakım kimseleri de geleneğin dışında saymaktır. Söz gelimi ney sazını icra edenlerden Niyazi Sayın ekolünde yetişenlerin bazıları, Aka Gündüz Kutbay’ın kayıtlarına ilgisiz kalmaktadırlar. Hatta Ali Tüfekçi’nin icrası kendilerine sorulduğunda “onun üflediğine ney denemez, dense dense klarney denir, çünkü klarnet gibi çalıyor” şeklinde değerlendirmeler yapmaktadırlar. Aynı şekilde, tanburda Tanburî Cemil Bey ekolünde yetişenlerin bazıları da İzzettin Ökte’nin kayıtlarını aynı heyecanda tahlil etmemektedirler.

Tanburî Cemil Bey’in de Niyazi Sayın’ın da sazlarını sadece sanat ve estetik kaygıyla icra etmelerine rağmen kendilerini gelenek içinde konumlandırma ihtiyacı hissetmeleri bu muhafazakarlık algısının bir başka izdüşümü olarak görmek mümkündür. Niyazi Sayın, hemen her ortamda hocası Halil Dikmen’i methetmiş ve ney sazında yapmak istediği yegâne şeyin hocasının çıkardığı sadâyı çıkarmak olduğunu söylemiştir. Genç biz neyzen arkadaşımla sohbet ederken Halil Dikmen’in Niyazi Sayın kadar parlak bir neyzen olmamasına rağmen Niyazi Sayın’ın bu denli hocasını methetmesine çok hayret ettiğini söylemişti. Aynı şekilde Tanburî Cemil Bey’in tanbur sazında adeta çığır açmış bir tanburî olmasına rağmen Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mehmet Celâleddin Dede’den ders almak istemesi anlaşılması güç bir meseledir.

Şerif Muhittin Targan’ın ud sazına dair eserler yazması ve konserlerini solo olarak icra etmesi uda başka bir hüviyet ve diğer sazlarımıza da benzer bir cesaret kazandırmıştır ancak; Cinuçen Tanrıkorur’a göre Şerif Muhittin Targan’ın çello tekniklerini uda uyarlaması, batı müziğine ait unsurları udda da benimsemesi geleneğe muhaliftir. Hatta bu icra, piyano ile Hüzzam makamı icra etmek kabîlinden teorik olarak imkânsız bir icradır. Tarife göre, teknik olarak Yorgo Bacanos’un da aynı kefede olması gerekirken Cinuçen Tanrıkorur ondan hayranlıkla bahsetmektedir. Yorgo özelinde beliren fanatik muhafazakarlık bugün birçok Türk udînin düştüğü bir handikaptır. Bazı ud sanatçısı üstadlar “Yorgo Gelmiş ud da yapılacak şeyleri yapmış ve gitmiş” şeklinde telkinlerde bulunarak biz amatörler için söz gelimi Udî Nevres Bey’den, Kadri Şençalar’dan, Selahattin Altınbaş’tan ve daha nice üstadlardan istifade edebilme imkanının önünü kesmektedirler.

Ud sazının icrasında Cinuçen Tanrıkorur ekolü etrafında oluşan halka da konunun en bariz örneklerinden biridir. Birebir yaşadığım bir örneği anlatacağım müsaadelerinizle. Cinuçen Tanrıkorur’un Kültür Bakanlığı ödüllü bir ud metodu olduğunu biliyoruz. Bendeniz ud sazına gönül verdiğim günden beri bu metodu aradım. Bizzat yetiştirdiği öğrencilerinden birkaçına müracaat ettim fakat; metodu benimle paylaşamayacaklarını, ancak Cinuçen Tanrıkorur’un öğrencilerinden birisinin meşk yöntemiyle benimle paylaşması gerektiğini, aksinin mümkün olmadığını söylediler. Sonra araştırdım ki o öğrenci, ücret karşılığında dersler veriyormuş. Halbuki Üstad sağlığında öğrencilerini seçer, ancak dersleri ücret karşılığında vermezmiş. Cinuçen Tanrıkorur ud metodu üzerine akademik çalışmalar yapmış iki akademisyene müracaat ettim. Bir tanesi, metodun sadece bir kısmını üniversite yıllarında hocasından meşk ettiğini onun da şu anda kendisinde bulunmadığını söyledi. Fakat yazdığı makalede metodun tamamını kapsayan değerlendirmelere yer vermişti. Bir başka akademisyen de sadece makalesinde lazım olan kısmını bir başkasından alıp tekrar iade ettiğini metodun kendisinde bulunmadığını söyledi.

Yaşadığım bu tecrübe karşısında kendi kendime sorduğum birkaç soruyu bir kere de burada dillendirmek istiyorum: bir amatörün, üstadın metodundan istifade etmeye çalışmasının kime ne gibi bir zararı olabilir? Üstadın yazdıklarından istifade etmek için illaki udu onun gibi çalmak mı gerekir? Ya da onun ekolüne mensup olmak mı gerekir? Eğer metoda ulaşmadaki engel bu ise bu da şüphesiz muhafazakarlık veya fanatiklik olarak değerlendirilebilir. Durumun en hafif ifadeyle tanımı budur; yoksa metoda erişmeyi ancak ücret karşılığında yapılan derslere bağlamak, bu işi ranta dönüştürmek, ud sevenlerin istifade etmesi maksadıyla kaleme alınan bir metodu saklamak ise vâris kişinin kıskançlığını, ketumluğunu ve cimriliğini ifade eder denilebilirdi. Ama biz bunu yapmıyor, hepsini muhafazakarlık çatısı altında toplamayı yeğliyoruz! Öte yandan bugün Mutlu Torun hocanın metodunun herkesin istifadesine sunulmuş olmasının kimseye zararı olmadığı da malum.

“Cinuçen Tanrıkorur gibi bir değerimiz var gerektiği gibi bilinmiyor, tanıtılmıyor hakkettiği yerde değil…” diyenler gerçekten nedenini nerede aramalılar acaba?

Perdesiz Bağımsız Türk Musikisi Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.