İmam Türkçe Yaparsa…

Bekir Şahin Baloğlu          

“Şeb-i Arus” törenleri için her yıl yapılan Ayin-i Şerif icraları veya Mukabele-i Şerif’lerin birçoğu, bu yıl pandemi tedbirleri sebebiyle yapılamadı, kimisi bürokratik nutuklar arasında sıkışmış mini bir sunum şeklinde oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği Ayin ise orijinal dilinin bozulması, usulünde olmadığı halde hanende ve semazen kadınlara yer verilmesi yönünden en değişik olanıydı. Kur’an-ı Kerim ayetleri dahi Türkçe meali ile okundu. Bu durum karşısında mahallenin delisi olsam şöyle derdim sanırım:

“’Sol ayağım çivi gibi şeriata çakılı’ diyen Hz. Mevlana’nın takipçilerini taklit ederken yolun sahibine hürmet, hiç mi akıllara gelmez? Kadınlar Ayin icrasına katılınca daha mı feminist, hümanist, Mevlevî yahut Müslüman olunur? İnanç kültürüne, örfe, toplumsal hassasiyetlere saygı göstermek; değerleri gasp etmeden, yağmalamadan, usulüne uygun bir Mevlevî Ayin-i Şerîfi tertip etmek çok mu zor? Zaten bir asra yakındır, zahiren hayat bulduğu mekânın kapanmasıyla, sosyo-kültürel bağlamından kopmasıyla aslına uygunluğu tam manasıyla asla gerçekleşemez, biliyoruz. Ama bu kadar hoyratça hareket ederken, bu cüreti duyduğunuz anda, hemen oracıkta bir an olsun içiniz ürpermedi mi? Bu coğrafyada Farsça olarak ortaya çıkmış bir ritüeli başka bir dilde icra etmek ferasetine sizden başka kimse erememiş miydi?

Amaç tepki çekmek mi, samimiyetle farkındalık uyandırmak mı, yoksa zarar vermek miydi? Tepki çekmektiyse evet bu oldu. Farkındalık? Bir farkındalık uyandırdığı söylenemez ama farkındalığı zaten olmayanlara farkındasızlık dopingi verdi. ‘Türkçe olursa manası anlaşılır, biz Türkçe konuşuyoruz’ gibi en basit bahaneye tenezzül edilmişse, sonuç başarılı oldu mu bir bakılsın, izleyenler arasında kaç kişi sözlerin taşıdığı manayı idrak etti? Zamanında denenmiş ve tutmamış bir Türkçe ezan girişimine mi atıf yapılıyor? Kimseye zararı olmayan bir geleneğe zarar vermektiyse amaç, bunun da yalnızca birkaç günlük bir tesiri olacağı malum. 1925’te Tekkelerin kapatılması, bu ritüelin bir şekilde yeniden yapılmasına engel olmadı. Bu maceranın da böyle bir zararı olmayacağı aşikâr. Gelenek bitiyor diye boşuna kimse sevinmesin de üzülmesin de ama yanlışa yanlış denilsin. Peki 1925’ten bu yana kadar her şey aslına uygun muydu? Hayır ama güzel olan bir sürü şey vardı. Mevlevî müziğinin bakiyesi dahi yabancı kültüre mensup nice insanda Türk müziği ilgisi uyandırdı, Mukabele’nin manevî havası nice Gayrimüslim’i İslam’a yöneltti, üstelik bunların hepsi olurken dili orijinal, kaidesi de bozulmadan yapılmıştı.”

Neyse ki bunları söyleyecek kişi değilim şükür, çünkü epey karışık mevzular. Konuya ilişkin bakanlık mercileri ve Türk Din Musikisi bölümleri zaten gereken tepkiyi gereken zamanda ve mecralarda gösteriyorlardır şüphesiz. Aksi takdirde her yıl onlarcası tekrar tekrar yazılan Türk Din Musikisi formları kitapları ve tezlerinde Mevlevî Ayin’leri için geçen “…sözleri Farsça’dır, Mesnevî’den ve Divan-ı Kebîr’den seçilir…” minvalindeki fikirler bir Belediye Ayini’nden sonra akademik olarak da çürümüş olurdu.

Tarihsel sürece baktığımızda ise Mevlevî Ayinleri’nin farklı dillerde icrasının denenmesi ilk değil. Hasan Nazif Dede’nin Türkçe nutk-ı şerifleri (güfte) üzerine Haşim Bey’in (1815-1868) bestelediği Suzinak Ayin, Beşiktaş Mevlevihanesi’nde sadece bir kere icra edilmiş, ama sonrasında tepki görmüş usule uygun olmayan bu ayinin icrasına izin verdiği için Konya Çelebileri tarafından Beşiktaş Mevlevihanesi ihtar edilmiştir. Başka bir tercüme denemesi ise yaklaşık aynı tarihlerde yapılan bir Almanca tercüme örneğidir. Osmanlı sefaretindeki görevi sırasında Herrn von Hussard, Mevlevihanelerde de zaman geçirerek birkaç ayini ezberine almış, daha sonra Avusturya’da bunları okuyarak Maximilian Stadler tarafından notaya alınmasını sağlamıştır. Almanca’ya Mesnevî çevirisi de olduğu bilinen Hussard, ayin güftelerinin Farsça orijinalleri yerine Almanca tercümelerini koymuştur. Tahir Çağman’ın çalışmaları (Bkz. XIX. Yüzyıl Batı Literatürü Osmanlı Mûsiki Çalışmalarına Bir Bakış: Abbê Maxmilian Stadler ve Batı Notalarıyla Neşredilmiş İlk Âyin-i Şerif Mecmuası: Original-Chöre Der Derwische Mewlewi) sayesinde vakıf olduğumuz eserde görülüyor ki müzikal manada da kaçınılmaz değişiklikler yapılmış, Stadler piyano eşliği yazmış, eserler makamsal hüviyetinden tamamen çıkmıştır. Bu örnekte Mevlevi Ayinlerinin dinsel bir hassasiyetle mahfuz edilmesi ve icra edilmesi beklenmez zaten, bir Müslüman-Sufi geleneğinin başka bir kültüre tanıtılmasıdır önemli olan.

Bu yıl yapılan “Belediye Ayini” belki modern bir denemeydi, parayı veren de düdüğü çalan da bu fikri hiç sorgulamamış, yadırgamamıştı… İmam sorgulamazsa cemaat ne yapar bilinir Türkçe’de… Sanırım söz daha fazla uzarsa kimsenin sorgulamadığını sorgulayacağım mahallenin delisi gibi. O yüzden sözlerimi, eğrisiyle doğrusuyla yapılan ibadetlerin (zikirlerin) kabul olunmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederek hitama erdirmek istiyorum.  

Şeb-i Arûs Mübarek Bâd!

Perdesiz Bağımsız Türk Musikisi Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.