İstanbul – Fatih ilçe müftülüğünün mu’tâd aylık toplantılarından birisine toplantının sonunda Kur’ân-ı Kerîm, Ezân-ı Muhammedî ve ikâmet tilâvetlerinde dikkat edilmesi gereken hususları anlatması için Dr. Mehmet Ali Sarı Hoca davet edilmişti. Hoca konuşmasına şu şekilde başladı: “Gök yüzünün efendileri! Sizler gökyüzünün efendilerisiniz, zirâ günde beş defa Ezân-ı Muhammedî vesilesiyle sadânız semâda yankılanıyor ve cümle mevcûdât sizi dinliyor. Hâl böyle olunca mûsikî bilmenin kendisine elzem olduğu zümre sizlersiniz. Gel gelelim mûsikî öğrenmeye pek azınız ehemmiyet veriyor.” Hoca, musiki bilmenin ehemmiyetini belirttikten sonra mevzûya geçmeden evvel muhâtabını bulmuşken şikayetçi olduğu bazı hususları da şu şekilde dile getiriyordu:
“Gerek câmi içinde gerekse câmi dışında yapılan tilâvetlerde ses sistemleri ve teknolojik âletler hayatımıza girdi. Bazı camilerde bu teknolojik âletlerin o kadar lüzumsuz ve yanlış kullanıldığını görüyorum ki bunlardan bîzârım. Câmi küçücük, içerisinde birkaç kişi var fakat ses sisteminin ayarı sonuna kadar açık, müezzinliği yapan kişi mikrofonu ağızına iyice yaklaştırmış, gayr-ı münfekk bir a’zâsı [kendisinden ayrılmaz bir organı] gibi ağızından ayırmıyor ve âvâzı çıktığı kadar bağırıyordu. İstanbul’un birçok yerinde hatta Fatih Suriçi gibi eski yerleşim yerlerinde sokak aralarında câmiler evlere o kadar yakın ki minaresinden şöyle bir kahve uzatılsa evden uzanıp alabilirsin; buna rağmen minârede kullanılan ses sisteminin ayarı en yüksek seviyelerde…”
Hülâsa hoca, yapılan bu müstesnâ vazîfenin ihlâs ve samimiyetle beraber estetik kaygıyla yapılması gerektiğini ifâde ediyordu.

Türk mûsikîsi belirli formlarla mütalaa edilmektedir. Bu formlardan biri de dînî mûsikî formlarının alt başlığında yer alan câmi mûsikîsi formudur. Ezan, ikâmet, sâlâ, Kur’ân-ı Kerîm tilaveti gibi icrâlar câmi mûsikîsi formları şeklinde taksim edilmişlerdir. Ancak bu taksîmât izâh bâbındadır, kat’î değildir. Bu formlar birbirleriyle devamlı etkileşim içindedirler. Meselâ Münir Nurettin Selçuk ‘’Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul’’ şarkısının girişindeki terennümü dinlediği bir ezandan alarak bestesine dâhil ettiğini, İstanbul’un ezanlarıyla meşhur oluşunu bestesinde bu şekilde işlediğini ifade etmiştir. Şimdi bu vak’ayı başka bir açıdan değerlendirecek olursak: Bir hâfız, mûsikîye fevkalâde vâkıf, okuduğu ezanla Müslümanları namaza dâvet ediyor ve bu dâveti yaparken mûsikînin imkânlarını o kadar güzel kullanıyor ki; bir bestekâra ilhâm olabiliyor. İşte arz etmeye çalıştığımız hakîkat budur. Dr. Mehmet Ali Sarı hocanın imam ve müezzinlere mûsikî ile meşgul olmaları gerektiğini tavsiye etmesinin sırrı da burada açığa çıkmaktadır. Hâfız Tanbûrî Ali Efendi, Hoca Rakım Elkutlu, Hâfız Sadettin Kaynak, Şeyh-ül Kurrâ Üsküdarlı Ali Efendi, Hâfız Kani Karaca, Hâfız Bekir Sıtkı Sezgin ve daha niceleri bu sırrın tezâhürlerindendir.
İmam-hatip liselerinde ve ilâhiyat fakültelerinde Türk Din mûsikîsi dersleri işlenmektedir. Hattâ ilâhiyat fakültelerinde lisansüstü eğitim dahi yapılmaktadır. Peki, neden bu eğitimlerin te’sîrini sahada yeterince hissedemiyoruz? Diye soracak olursak, Öncelikle şunu ifâde etmek gerekir; imam-hatip liseleri ve ilâhiyat fakülteleri, konservatuar hüviyetinde kurumlar olmadıkları için buralara gelen öğrencilerin mûsikîye kabiliyetlerini sınayacak bir sınav söz konusu değildir. Hâl böyle olunca bu okullara gelen öğrencilerin mûsikîye kabiliyetli olup olmadıkları takdir-i ilâhîdir. Ümîd ederiz ki böyle bir eğitim sistemi oluşturulsun ve yukarıda bahsedilen evsâfta imam ve müezzinler yetiştirilebilsin. Bu okullara gelip de mûsikî kabiliyeti olan öğrencilerin Türk din mûsikîsi derslerine olan ilgisizliğini bir tarafa bırakırsak, bu alanda kendini geliştirmek isteyen öğrencilerin karşılaştıkları en büyük problemlerin başında, dindarlık nâmına ma’rûz kaldıkları baskılar gelmektedir. Okullarda bir tarafta mûsikînin haram olduğunu, enstrüman çalmanın şeytan işi bir îcâd olduğunu ya da en hafif ta’birle mûsikî öğrenmenin mâlâya’nî bir uğraş olduğunu iddiâ edenlerin telkinleriyle beraber; diğer tarafta az ders saati ayırılmış mûsikî dersleri işlenmeye çalışılmaktadır. Bu öğrenciler ileride imamlık müezzinlik vazîfelerine gelip de mûsikî öğrenmek istedikleri vakit, okulda ma’rûz kaldıkları eleştirilerin daha şiddetlilerine göğüs germeleri gerekmektedir. Hele hele bir enstrüman öğrenmeye çalışıyorsa fitneden kaçmak adına derslere saklanarak gidip gelmeleri gerekecektir. Çünkü bazı kimseler imamlık veya müezzinlik vazifesi yapan kimsenin elinde enstrüman görmeye dahi tahammül edemiyorlar. Hâlbuki mûsikî hakkında bu kadar olumsuz düşünenler, yakınlarında bulunan câmilerde vazifeli imam ve müezzinlerin okudukları ezandan, salâdan ve Kur’an-ı Kerim’den şikâyet etmektedirler. Kendilerine şu soruyu sormak gerekir: imamlar ve müezzinler mûsikî meşk etmeden kendilerini bu hususta nasıl geliştirebilirler?
Peygamberimiz (sav), Kur’an’ı makamlı okumuş ve “Kur’ân’ı güzel seslerinizle süsleyiniz” buyurmuştur. Ashâb-ı kirâm da aynı şekilde makamlı okumuşlardır. Peygamberimiz (sav) mescidinde ezan okumak üzere ashâbın en güzel sesli olanlarından Hz. Bilal’i ve Hz. Abdullah Ümmü Mektûm’u görevlendirmiştir; ya’nî ezanı da makamlı okutmuştur. Asr-ı saâdette Peygamberimiz’in (sav) uygulamaları böyle iken bugün imamlık ve müezzinlik vazîfesine namzet olan öğrencilere, hâl-i hâzırda bu vazîfeyi icrâ eden “gök yüzünün efendileri” kıymetli hocalarımıza ve hizmet verdikleri cemââte mûsikî eğitiminin bu meyandaki ehemmiyetini nasıl arz etmek gerekir dersiniz…
Perdesiz Bağımsız Türk Musikisi Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.