İsmail Ediz ve Bir Şehri Müzikle Mayalamak

Bekir Şahin BALOĞLU

İşte, yeni enstrümanların ağaç kokusu, yıllanmış olanlarının vakur görüntüsüyle her şeyi unuttuğum huzurlu mekân karşıda görünüyor. Çok az kaldı, adımlarım gayr-i ihtiyarî hızlanıyor… Her seferinde unuttuğum, kapının üzerindeki ziller heyecanımı dizginleyecek ilk hamle gibi başımda çınlıyor. “Selamaleyküm!” Ve bu sessizlik ikinci bir şok edici hamle, ya hoca gelmediyse? Ya işi çıktıysa? Sanki havayı değil de taksimleri, peşrevleri soluyormuşçasına garip bir zevk duyarak deri koltukta beklemeye koyulmaktan başka çarem yok. Bir iki dakika sonra bir öksürme ve hemen sonra “Bekiiir!” diye hocamın can-feza seslenişi işitiliyor. Hemen yerimden kalkıyorum ve ahşap merdivenden yukarı çıkarken o ana kadar düşünmediğim ‘ya ödevi gösterirken yanlış yaparsam’ kaygısı içime oturuyor. Hocam seccadesini yerine koyarken “hoş geldin” diyor; “hoş bulduk”um ürkek. “N’aptın” diye müşfikçe sorusuna mukabele etmeyi bile doğru dürüst beceremeden “iyiyim hocam çalıştım” deyip hemen dersimi vermek istiyorum. Hem çalıştığımı göstermeliyim ama hiç yapmadığım hataları yaparsam diye de tedirginim. Muşamba serili masanın başında, öğrenci manzarasının demirbaşı olan hocamın uzun kolları ve gözlüğünün kenarına küçük müzik defterimi açıyorum. “-Ne çalacaksın bugün” diyor, “-Tavas Zeybeği hocam” diyorum. Halbuki verdiği ödevin notalarını 2 gün önce defterime kendisi yazmıştı, sadece beni konuşturmak ve rahatlatmak için soruyor… Yazısı da çok güzel yahut bilmiyorum ustam olduğu için yaptığı her şey bana çok güzel geliyor. Nota yazarken, akort yaparken, abdest için sıvadığı kollarını düzeltirken, aferin diye yarı gülümserken onu izlemek eğitimimin bir parçası gibi…

Adeta Lem’i Atlı’nın hatıralarından bir sayfa gibi görünen bu yazdıklarım Kayseri’de ben ve benim gibi birçok insana musiki öğreten İsmail Ediz (d. 1934) hocamdan aldığım derslerden saadetli bir günün hikayesi… Sizi temin ederim her dersim bu şekilde bir heyecanla geçti. Kayseri’de bando kurarak, konservatuar kurarak, musiki cemiyetleri açarak, sayısız öğrenci yetiştirerek, icracı ve hoca vasıflarıyla şehre hizmet eden ve daha da önemlisi bazı sakinlerin musikiye dair menfî algılarını kırabilen değerli bir müzik adamıdır İsmail Ediz. Bütün bunlar Kayseri’de müziğe dokunan herkesçe zaten malumdur. Benim burada arz etmek istediğim şeyler, daha ziyade hocamdan gördüğüm ahlak dersleri olacaktır ki bunlar da onun büyüklüğünün sadece bir cüzüdür.

Küçük bir yerde bir mesleği icra edenler emsalleri çok az bulunduğu için tüm meslekî teferruata dair bilgi sahibi olmak zorundadır. Semt polikliniğinin dahiliye doktoru gibi düşünebiliriz bunu. Hocamı ben udî olarak biliyorum. Üslubu, kendi deyimiyle anam-babam usulü ud çalan Kadri Şençalar üslubuna biraz benzetilebilirse de çok latif, yumuşak mızrabıyla ve ezber dışı zengin nağmeleriyle bu üsluptan ayrılır. Fakat hocamın kanun, klarnet, mandolin, bağlama gibi sazlarla olan meşguliyetini işittim ve bazı sazların tamiriyle uğraştığına da çoğu kez bizzat şahit oldum. Bir bayram ziyareti sırasında bir akrabamızın elinde udu gördüğüm zaman çok heves etmiş ve çalmak istemiştim. Bu isteğim karşısında 11 yaşımdaki kulağıma çalınan ‘İsmail Hoca’ya gidelim dersine yazdıralım’ minvalindeki cümlelerde zikredilen bu efsanevî isim, zaten bu iş olacaksa ancak onunla olur gibi bir kabullenişin tezahürüydü. Uzatmayalım 1996 yılının son günleriydi hocamın dükkanına gittik. Hocam beni derse kabul etti ve birkaç yıl aralıksız sürdü derslerimiz. Haftada iki gün olmak kaydıyla (Salı ve Perşembe) derslerimiz, önce nota dersi almak suretiyle başladı. Musiki bilgimin temelini bu derslere borçluyum. Birbirini takip eden Salı ve Perşembe araları benim için çok uzun geliyordu. Ders günleri dışında da vakit buldukça dershaneye gitmeye ve kurs kapanana kadar bütün dersleri dinlemeye başladım. Ne güzel öğrenciymişim demiyorum bilakis hocam dersleri öyle güzel ve kolaylaştırarak anlatıyordu ki anlamamak için çaba sarf etmek gerekirdi. Öyle ki İsmail Hoca, okuma-yazma bilmeyen birçok kişiye nota öğretmişti. Bu derslerin manevî karşılığını ödemeye ömrüm boyu çalışsam gücüm yetmez. Ancak o günün şartlarında maddî karşılığını ödemek de memur ailesi için çok kolay değildi. Fakat hocamın asla unutamayacağım lütfunu burada itiraf etmek istiyorum ki gerçekten bunu hak edip etmediğimin bir önemi yok. Ders için gittiğim yer aynı zamanda bir ticarethaneydi evet ancak hocam bana talebesi değil torunu gibi bir yakınlık ve muhabbetle muamele ediyordu. Başladığımda aylık 800 bin lira ile başlayan ders ücretine zam geldiğinde benim hiç haberim olmuyordu bir müddet sonra sen artık getirme, gerek yok demişti. Hocam ‘derse gelme’ dememişti ama oraya gitmek için bir bahanem olması gerekiyordu. Cumartesi günleri ders dışında birkaç öğrencisi için bir meşk günü tertip etti. Ud talebeleri yoğunluktaydı meşk halkamızda, keman öğrencileri (Buket Daldaban ve Halil Tekiner’i hatırlıyorum) ve bazen tanburîler de dahil oluyordu. Hocanın belirlediği makamdan fasıl eserlerini yine hocam tertip ediyor ve bir müddet o makam meşk ediliyordu.

Yalnız hocamla çok çok konuştuğumu zannetmeyin; bakmayın burada laf ebeliği yaptığıma… Hani kimimiz çok severiz de sevdiğimizi söylemekten çekiniriz ya işte öyle bir yapım vardır normalde. Hocam zaten derslerden başını kaldıramazdı; sair zamanlarda ise şımarttığını hiç hatırlamam. Fakat başkalarına, öğrencileriyle ilgili övgü dolu sözleri söylemekten asla gocunmazdı. Bazı zamanlarda “hocam şöyle bir eser duydum bir filmde, onun notası sizde var mı acaba?” diye sorduğumu, büyük metal dolaptan ilgili eserin olduğu makam klasörünü çıkardığını ve notayı ararken eseri mırıldandığını hatırlarım.

İsmail Hoca’dan gördüğüm büyüklüğü çok nadir insanda gördüğümü söylemeliyim. Öğrencisinin konser afişini yırtan, işine-ekmeğine mâni olmaya çalışan, emeği olmadığı çocukların üzerinden hocasıyım diyerek nemalanmaya çalışan, öğrencisini açıkça kıskanan ve adlarının önünde hoca yazan kişiler varmış, duyduk. İsimlerini bilmiyorum zaten önemli de değil… Önemli olan İsmail Ediz gibi isimlerin hatırlanması. Ve bilinmesi gereken şey yalnızca şu: “hocalık”; diplomadan, makam-mevkiiden ya da bir tabela asıp ben hocayım demekten ibaret değil. Hocalık; özveri, dürüstlük, ahlak, insana değer vermek gibi başka meziyetlerle ilişkili olmalı.

Yıllar evvel Kayseri’deki verdiğimiz bir konsere hocamı davet etmiştim. Konsere katılamayacağını ifade etmek için kalkıp konser salonuna kadar gelmişti ve üstelik koca bir tebrik çiçeği göndermiş ve duygu yüklü anlar yaşamamıza sebep olmuştu. En son iki yıl önce Kayseri’ye gittiğimde de hocamı ziyaret etmek fırsatını kaçırmamıştım. Hocam yine hizmete devam ediyordu. Ama hani bahsettiğim sazların ağaç kokusu duyulan şirin dükkanda değil çok daha büyük ve her enstrümanda uzman hocaların bulunduğu Sivas caddesindeki geniş mekanında.

Eğer Kayseri’de olup da İsmail Ediz ile henüz tanışmayan varsa hemen bu talihini tersine çevirmek için gayret göstersin. Ayrıca hocamız adına Facebook’ta açılmış bir grup bulunmakta. Bu satırları okuyanları da bu vesileyle paylaşım grubuna davet etmiş olalım.

Hocamıza hayırlı, sağlıklı, uzun ömürler diliyorum. Emekleri için bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.

Perdesiz Bağımsız Türk Musikisi Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.