Köyü Olamayan Kapılar veya Kapısız Köyün Sakinleri

Muhammed Salih YURDAGÜL

Bir mekânda, oturulan bir yerde; gelen bir kişiye, içeri girerken açtığı kapıyı ardından kapatmaması sonucu güzelleyerek “Kapısız köyden mi geldin/çıktın kardeşim?” denilir. Bu genelde üzerine pek düşünülecek bir söz gibi anlaşılmaz, “kapıyı kapatalım” ile eşdeğer bir söz gibi anlaşılır daha çok. Ancak biraz daha eğilecek olursak bu söz bize daha başka neler söyleyebilir bir bakalım isterim.

Bu söz, kapıyı kapatma eyleminin adap sayıldığı bir yerde, bu eylemi gerçekleştir(e)meyen bireyin, bu adabı kazanamamasına neden olan bir köyün varlığına (ve dahi o köyde kapının yokluğuna) işaret eder. Köyün varlığı ise içinde yaşayan insanlara ve köy ile insanları arasında bir bağlara şamildir. Bir yer ve topluma ait bağlar ise toplumdaki edepleri ortaya koyar. Ancak yerden bağımsız bir toplum veya kültür tasavvur edemeyeceğimiz gibi yerden bağımsız bir edep/adap tahayyül edemeyiz. Çünkü edep/adap bir yer üzere kazanılır. Te’dip bir yer üzere inşa ediliyor. Ve bu yer üzerinde bir mana kazanıyor. O zaman köyün varlığı da kapılardan, kapının kapatılmasından önce geliyor.

Bugünkü sanat ortamımız da maalesef köyü olmayan kapılardan ibaret bir durumda. Elimizde geçmişe ait bazı bilgiler, edepler/adaplar var ancak bu edeplerin bulunduğu kültür ortamları olmadıkça, yani bunları te’eddüb edebileceğimiz yerler olmadıkça bu edeplerin de kaybı kaçınılmaz olacaktır.

Önceki yazımızda bir gelenek muhasebesi yapmıştık. Bugüne dair bir şeyler söyleyebilecek bir kültür-sanat ortamımızın canlı kalabilmesi için üretime devamlılığının esasından bahsetmiştik. Pozitivist bir anlayışla değil (çünkü ilerleyen her şeyin güzel gitmediğini az çok hepimiz biliyoruz.), bilakis geleneği çoğaltarak, çeşitleyerek bir şeyler üretmek. Ancak bunun için başta bizlere bu üretime başlanabilecek mekanlar, dayanak noktaları, çalışma alanları gerekmekte. Cumhuriyet sonrası Türk Müziği’nin ne derecede bir değişim gördüğünü anlamak için müziğin icra edildiği alanların değişimine bakmak yeterli olur, sanıyorum. Bu sadece fiziksel mekanlardan ibaret bir durum değil elbette. Çünkü fiziki çevreyi de inşa eden o toplumun ve kültürünün kendisi. Kültür ortamı dediğimiz şey, tam da burada cereyan ediyor: fiziksel gerçekliği kurup onun da üstüne geçerek. Ancak bundan mahrum kalışımız Türkiye’nin modernleşme hesabını bir türlü kapatamamamızla alakalıdır.

Halbuki yersiz yurtsuz kalmış edeplerimizin, kimi sanatkarların vücutlarında devam ettiğini başkalarına aktarılabildiğini de biliyoruz. Ancak bunun canlılığını yitirmekte olduğunu da gözden uzak tutmamalıyız. Kurumsal bir anlayış ile değil, bilakis kişilerden elde edilecek edeplerden beklentimiz var. Ancak köyü olmayan kapıların, bir rüzgarla devrilebileceğini bilmek hüzün veriyor insana. Beklenti içinde bulunduğumuz bu kişileri ve edepleri, doğru yerde bulduğumuz vakit sanatımız yeniden bir bütün oluşturacak.

Bir de kapısı olmayan köyler var. Edebin/adabın (belki de henüz) olmadığı kimi alanlar. Bugün toplum olarak ayağımızı bastığımız bir yer olma özelliğini (başka ne tür özellikler taşıdığını söylemek güç) taşıyan köyler. İddiaları bugüne ve bugünün insanına dair. Ancak kapı öyle bir noktada ki bir edebin yanında sınırların ve geçişlerin olduğu bir noktayı da temsil ediyor. Bu köylerin kapıları yok, gelen geçen girip çıkıyor. Sınırları yok; köyden olan, olmayan herkesi içeriye dahil ediyor. Zemini kaygan, kimseyi aynı yerde bulundurmuyor. Böylesi bir yerde, bugüne dair söylenen söz en fazla bir günlük olup çıkıyor.

Kısacası tek başına ne köyün varlığı ne de kapıların çokluğu yetmiyor. Uzaktaki köyümüze hasret, yola devam etmenin gerekliliğini bilerek söyleyelim sözümüzü.

Malumunuz,

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar,

Onuncun köyün kapılarının sağlam olması ümidiyle.

Perdesiz Bağımsız Türk Musikisi Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.